8 Aralık 2013 Pazar

Kan püskürten boynuzlu kertenkele


Endişelenmeyin, fotoğraftaki kişinin herhangi bir sorunu yok ya da eli kanamıyor. Burada gördüğümüz, Phrynosoma cinsi boynuzlu kertenkelelerin evrimleştirdiği uç düzey bir savunma mekanizmasının ilginç bir örneğidir. 

Bu kertenkeleler eğer ki bir avcı tehdidi hissederlerse sinüslerini patlayana kadar kan ile doldururlar ve avcı yeterince yaklaştığında onu korkutmak adına gözlerinin kenarındaki deliklerden 1.5 metre kadar uzağa fışkırtacak şekilde sinüslerinde biriken kanı püskürtürler. Kan içerisindeki kimyasallar aynı zamanda pas tadı verirler ve avcının kertenkeleden tiksinerek uzak durmasını sağlarlar.

Kulağa zor ve tehlikeli geliyor; ancak bu kertenkeleler bu savunmayı yaptıktan hemen sonra kendilerine gelerek normal şekilde hayatlarına devam ederler. 

7 Aralık 2013 Cumartesi

İnsan Beyninin Şifresi Çözülüyor

ABD Savunma Bakanlığı’nın merkezi Pentagon’a bağlı özel Ar-Ge birimi DARPA, beyin sinyallerini gerçek zamanlı takip eden ve cevap veren bir protez geliştirmeye çalışıyor. 70 milyon dolarlık proje başarılı olursa, beyinde ne olup bittiği gerçek zamanlı olarak takip edilebilecek. 

ABD hükümeti, beynin nasıl işlediğini ortaya çıkarmaya yarayacak yeni bir proje üzerinde çalışıyor. SUBNETS adı verilen projede, beyinden bilgi elde etmeyi başaracak yeni nesil bir protez geliştirilmesi ve nöropsikolojik tedavide yeni bir sayfa açılması amaçlanıyor.

DARPA’nın üzerinde çalıştığı projeyi beş yıl içinde geliştirmesi bekleniyor.

Bilim insanları, geliştirilecek yeni beyin protezleriyle sadece semptomları tedavi eden değil, aynı zamanda beynin sinyallerini kaydetmeyi ve analiz etmeyi istiyor. Böylece Parkinson hastaları için kullanılan Derin Beyin Simülasyonu gibi implantların geliştirilerek kesin çözümler sunması hedefleniyor.

New York Times’a açıklama yapan SUBNETS projesinin yöneticisi Justin Sanchez, “Bilim insanlarına beyinde ne olup bittiğini doğrudan sunabilen sinyal yakalayıcı bir teknoloji bulunmuyor” açıklamasını yaptı.

ORDUDA ZİHİNSEL HASTALIKLAR ARTIYOR

Araştırmacılar, beyin sinyallerini okuyarak hastalıkların beyinde nasıl geliştiğini anlamayı, aynı zamanda, hastalığın gerçek zamanlı işaretleri okunarak, en doğru tedavinin uygulanmasını amaçlıyor.

ABD ordusunda son yıllarda zihinsel hastalık yaşayan asker sayısının giderek artması, DARPA’nın en iyi tedaviyi sunacak bir protez geliştirmesini teşvik ediyor. Russia Today’in verdiği bilgiye göre, ABD’de tedavi göre gazilerin yüzde 10’u zihinsel sorunlarla boğuşuyor.

DARPA’nın web sitesinde proje hakkında açıklama yapan Sanchez, “Eğer SUBNETS başarılı olursa, nicel karakteristiklere dayanarak geliştirilecek tedaviler nöropsikiyatriyi yeni bir boyuta taşıyabilir... Yenilikçi, bilgilendirici ve kesin yöntemle sunulan nöropsikolojik tedavi, bugün sadece birkaç alternatifi bulunan hastalara yeni bir fırsat olabilir” dedi.

Sanchez, 5 yıl içinde projenin tamamlanıp tamamlanyacağı konusunda kesin bir şey denilemeyeceğini, ancak bu süreçte yeni tedavi araçları geliştirileceğini belirtti.

30 Kasım 2013 Cumartesi

Beynimize tecavüz ediyorlar

Mehmet Ali Önel, cuma gecesi a Haber'de, yılın en önemli haber programını yaptı. Ama gelin görün ki, üzerinden üç gün geçmesine rağmen, kimseden 'çıt' çıkmadı.
Deşifre programı bu hafta, 'subliminal mesaj' konusunu işledi. Aranızda pek çok kişinin bu kelime ile ilk kez tanıştığını tahmin ediyorum. Öyleyse işe genel bilgi ile başlayayım:
Efendim, 'subliminal mesaj'; insan beyninin, daha doğrusu bilinçaltının ses, görüntü ve benzeri efektlerle istem dışı olarak etkilenmesi ve yönlendirilmesine deniliyor. Gözün ve kulağın ilk anda fark etmediği, ancak bilinçaltına istif edilip 'gerektiği anda' ortaya çıkan bu mesajlar; sinema, televizyon, radyo programı, MP3 çalar, internet oyunu, afiş, poster veya billboard'ların içine gizlice yerleştirilip propaganda yapılıyor ya da tüketici alışkanlıkları yönlendiriliyor. 

İLK KEZ BBC YAPTI Bu yöntemi ilk kez 1920 yılında BBC denemiş. O yıllarda radyonun 'şeytani' bir ürün olduğu ve insanı günaha sevk ettiği yolunda yaygın bir inanış varmış. BBC yetkilileri, yayınlarının fonuna, belli belirsiz radyonun faydalı bir araç olduğunu anlatan sesler yerleştirmişler. Kısa sürede toplumun radyo konusundaki düşüncesi olumlu yönde değişmiş.
1940'lı yılların başında ise aynı yöntem, bu kez görsel efektler yardımıyla, İngiliz uçaksavarcıların dost ve düşman uçaklarını ayırt etmesi için kullanılmış. Ancak yöntemin etkisi daha sonra ticaret dünyasının da ilgisini çekmiş.
1957 yılında gösterilen Picnic filminin içine gözle fark edilmeyen ancak bilinçaltına kazınan "Aç mısın? Öyleyse mısır gevreği ye" cümlesi yerleştirilmiş. Gösterim süresince popcorn satışları yüzde 58 oranında artmış. Ve ondan sonra da iş çığırından çıkmış...
Uzmanlar, bilinçaltının doğum ve ölümü çağrıştıran kelime ve simgelere adeta 'torpil' yaptığını, bu iki konunun algılamada öncelik taşıdığını keşfedince, ürünlerin üzerine ilk görüşte algılanmayacak şekilde 'seks' ve 'kill (öldürmek)' kelimeleri yerleştirilmeye başlanmış.
Bu durum günümüzde de tüm hızıyla devam ediyor. Tom ve Jerry, Aslan Kral çizgi filmlerinden Dövüş Kulübü'ne kadar pek çok ünlü Hollywood ürününün sahneleri arasına 'sex' kelimesi ustaca yerleştirilmiş. Böylece algı ve hatırlama eşiği düşürülmüş. Bazı ürünlerde de masonik örgütlerin ya da gizli tarikatların propagandasını yapmak için gizli semboller yerleştirilmiş.
Bunlar, bir saniyesi 24 kareden oluşan filmlerin içine, 25'inci kare olarak eklendiği gibi; bir sigara dumanı ya da bazen bir gölge olarak karşımıza çıkıyor. Filmler ancak uzman ve dikkatli gözler tarafından kare kare incelendiğinde bu gizli semboller açığa çıkartılabiliyor. 

DİZİLERE YERLEŞTİRİYORLAR Deşifre programında, kanal ve dizi isimleri verilmemesine rağmen bugün televizyonda aynı yöntemin sıklıkla uygulandığı iddia edildi.
Çocukların gözdesi Sihirli Annem dizisinin jeneriği, Cem Yılmaz'ın A.R.O.G. filminin içindeki bazı sahneler ve Kuzey Güney dizisindeki örnekler gerçekten de şaşırtıcıydı.
RTÜK ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı aslında bu konuda kural koyan ve yaptırım uygulama yetkisi bulunan kurumlar.
Dünyada da 55 ülke 'subliminal mesaj' konusunda ulusal yasak ve yaptırımlar uyguluyor. Ancak bizim ülkemizde, bu ihlali takip edip ceza verecek uzman kişiler var mı? Varsa da bu işi ciddi olarak takip ediyorlar mı, işte orası biraz kuşkulu...
Subliminal mesajlarla sadece tüketim alışkanlıkları tetiklenmiyor. Araya yerleştirilen pornografik ya da yasa dışı örgütsel sembollerle çocukların ruhsal gelişimleri sakatlanıyor. Yani durum 'ulusal alarm verilecek kadar' ciddi.
Haftaya Mehmet Ali Önel yine uzmanların katılımıyla, konunun değişik boyutlarını gözler önüne sermeye devam edecek. Buradan çağrıda bulunuyorum: Beynimize tecavüz edenlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı. Bu önemli suçla mücadele, sadece sorumlu bir habercinin omuzlarına bırakılmamalı

Sübliminal Mesaj Bilinçaltı Mesajları

Subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından fark edilemezler, ancak bu mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları, kıyafetleri subliminal mesaj örneklerindendir. Bu tekniklerin amaçları, etkisi, kullanım sıklığı ve rekabet gibi konularda ahlaka uygunluğu konuları tartışmalıdır. Marka ve ürünlerin pazarlamasından toplumun ilgi , ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır. Bir kişiyi kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesi subliminal mesajın en yaygın kullanılma şeklidir. Şu ana kadar yapılan çalışmalar neticesinde en bilinçli ve defansif kişiler bile bu mesajları ilk bakışta %100 olarak çözememektedir. Bu da toplumlarımızı yönlendirmeli reklamlara karşı savunmasız bırakmaktadır.

29 Kasım 2013 Cuma

Kanada'da Bebek Dinazor İskeleti Bulundu

Kanada’nın Alberta eyaletinde geçtiğimiz haftalarda “Triceratops” türü otçul beslenen bir bebek dinozorun iyi korunmuş halde fosili bulundu.

Livescience sitesinin haberine göre, paleontologlar 70 milyon yıl önce yaşadığı belirlenen bu bebek dinozorun nehirden geçmeye çalışırken boğularak öldüğünü tespit etti. Dinozorun öldüğü bölgede bir zamanlar hızlı akan bir nehir olduğunu belirten uzmanlar, muhtemelen karşıdan karşıya geçerken boğulduğunu ve suyun debisiyle sürüklenerek şuanki konumunda fosilleştiğini tahmin ediyorlar. Uzmanlar suyun koruyucu etkisiyle bebek dinozorun iyi korunmuş halde günümüze kadar ulaşabildiğini de belirtiyorlar. Paleontologlar, 1,5 metre uzunluğundaki bebek dinozorun, ölmeden önce 3 yaşlarında olduğunu tahmin ediyorlar. Yetişkinlerde burun kemikleri üzerinde bir boynuz bulunurken bebek dinozorda bu boynuzun henüz gelişmediği ise açıkça görülüyor.

İslamı Tanıyalım

Din hakkında bunları biliyor musunuz ?

-Allah isminin putperestlerin inandığı en büyük tanrı olan El-İlah’tan geldiğini,

- İnsanın çamurdan yaratılış hikayesinin ve tufan efsanesinin Eski uygarlıklarda Sümer, Mısır ve Roma yazıtlarında da geçtiğini,
Sümerlilerde Adem toprak demek, Havva ise omurilik demektir. Kabil ilk katil, Habil ise ilk ölen insan demektir.

- Muhammed’in annesinin, babasının ve amcasının tek tanrıya inanmadığını, Kuran'a göre kafir sayıldığını ve ebedi cehennemliklerden olduğunu,

- Muhammed’in cariyeleriyle birlikte eş sayısının tam olarak bilinemediği, bilinen isimlerle toplam hareminin 40’tan fazla olduğunu,

- Muhammed’in 52 yaşındayken 6 yaşındaki Ayşe ile evlendiğini, Ayşe’nin 9 yaşında iken sokakta oyun oynarken alınıp peygamberle gerdeğe sokulduğunu,

-Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in eşi Zeynep’ten hoşlandığını, Zeyd’den boşanan Zeynep’i de eşleri arasına kattığını,

- 5 vakit namaz, oruç, abdest, hac, zekat, kurban ve sünnet, cennet, cehennem, ahiret, Sırat köprüsü, cin, şeytan vb. inanışların İslam’dan önce de olduğunu,

- Putperestlerin de İslam öncesi Hacda tavaf, Arafat’a çıkma,
Safa ve Merve arasında 7 kez gidip-gelme, Hacerül Esved taşını öpme ve şeytan taşlama yaptığını,

- Kur’an’da ezan, sünnet, Kabir azabı, Sırat köprüsü, Ramazan ve Kurban bayramı, teravih ve bayram namazı, mehdi ve deccalin yazılı olmadığını,

- Türklerin tarihte en büyük vahşet ve katliamı Araplardan gördüğünü, Emevi Arapların Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmak için 70 yıl boyunca savaştığını, 100.000’in üzerinde Türk’ün kesilerek ağaçlara asıldığını, on binlerce kız çocuğun cariye, erkek çocuğun köle yapıldığını,

- Said Nursi’nin Abdülhamit tarafından tımarhaneye atıldığını,

- Osmanlı padişahlarının hiç birinin Hacca gitmediğini,

- İbrahim’in babasının adının Tevrat’ta Tarah iken, Kur’an’da Azer olarak geçtiğini. Biliyor muydun ?

İskenderiye Kütüphanesi

İskenderiye KütüphanesiMÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphane. İskenderiye Müzesiolarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi. İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 150 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.


Tarihçe

İskenderiye şehri MÖ 332 yılında, Makedonyalı Büyük İskender tarafından kuruldu. Onun ölümüyle imparatorluğun dağılışı sonunda kumandanlarından Lagus’un oğlu Ptolemaios I Soter'in eline geçti. O da Mısır’da krallığını ilan etti. Mısır’da 300 yıl devam eden bu hanedanın ilk hükümdarı olup, 323 yılında 24 yaşında iken 24 yıl hüküm sürmüştür. Savaşı sevmeyen Ptolemaios, hiçbir zaman ülkesinin sınırlarını genişletmek hevesine kapılmadı. Bilim ve edebiyata düşkünlüğüyle, Mısırlılar'ın gelenek ve göreneklerini, dinlerini benimseyerek halkın sevgisini kazandı. Eski kanunları, dini törenleri muhafaza etmekle kalmayıp, eski Mısır hükümdarlarının lakabı olan Firavun unvanını aldı ve onları taklit ederek öz kız kardeşiyle evlendi.

Bu yeni devletin merkezi İskenderiye şehriydi. Yeni firavun burayı baştan başa onarıp, genişleterek o devrin en meşhur başkenti haline getirdi. Burada meydana getirdiği en önemli eser ise müze ve buna bağlı olan kütüphane idi. Kurulması için saray civarında ve güzel bir yer seçildi. Müzede o devirde bilinen bütün ülkelerdeki hayvan ve bitkilerin bir örneği vardı. Ayrıca botanik bahçesi ve bir rasathane bulunuyordu. Otopsi yoluyla insan vücudunun incelenmesi için bir anatomi salonu açılmıştı. Bu bilim sitesinde fizik, kimya, tıp,astronomi, matematik, felsefe, edebiyat, ve fizyoloji bilgileri için evler yapılmıştı.
İskenderiye Kütüphanesi 900.000 el yazmasıyla Antikçağın en büyük dermesine sahip bir kütüphanesiydi. Kütüphanede büyük bir çalışan kadrosu da görev yapıyordu. Eserlerin papirüslere yazılarak rulo şeklinde saklandığı belirtilmektedir. Kral tarafından desteklenen bu kütüphane yayınevi işlevini de görüyordu. Bu kütüphane büyük bilim insanlarına da ev sahipliği yapmıştır. Metematik bilgini Öklides, mekanik bilimci Arkhimedes, tıp bilimci Herofilos, gök bilimci Eratosthenes, Batlamyus gibi isimler bu kütüphanede çalışmışlardır.
Müzenin en önemli bölümü kütüphanesiydi. Kütüphanenin müdürü, bulabileceği her yazılı eseri alma yetkisine sahipti. Mısır’a giren her kitabın buraya götürülmesi mecburiyeti vardı. Kitabın burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilir, kitabın aslı ise kütüphanede kalırdı. Bir taraftan da yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlerdi. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkûm durumda olan eserler emin bir yerde toplanmış oldu.

Kütüphanenin yakılışı

Genel kanı bu kütüphanenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler nedeniyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında Hıristiyanlar tarafından yakıldığı yönündedir.
Bu görüşe göre 391 yılında Bizans'ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın eski din mensuplarına ait Osiris tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hrıstiyanlara verdi. Burada yapılacak kilisenin temel kazıları sırasında üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıktı. Hristiyanlar bunu bir alay konusu yaptılar. Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırdı ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıktı. İki taraf çarpıştı, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirildi. İskenderiye Kütüphanesi’nin olduğu bölge yerle bir edildi. İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesi’nin eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürdü. İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emretti. İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırıldı ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok oldu.
Daha önceleri bu kütüphanenin şehrin Müslümanlar tarafından alınmasından kısa bir süre sonra ikinci İslam Halifesi Ömer’in emriyle Mısır Fatihi Amr İbnül-As tarafından yakılarak yok edildiği ileri sürülmüştür. Bernard Lewis konu hakkındaki makalesinde, kütüphanenin Müslümanlar tarafından yok edildiği hikâyesinin doğruluğunu Alfred J. Butler, Victor Chauvin, Paul Casanova ve Eugenio Griffin gibi Batılı ilim adamlarının reddettiğini yazmaktadır.
Kütüphanenin Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü de çeşitli tarihi eserlerde yer almaktadır. Kütüphanenin varlığını 4. yüzyıla kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Sezar'ın kuşatmasında sadece bir bölümünün zarar görmüş veya yıkılmış olduğu da düşünülmektedir.

Kızların İstekleri

Kızlara bakma ,
Odunluk yapma ,
Beni sev ,
Beni kıskan ,
Beni koru ,
Romantik ol ,
Sürekli seni seviyorum de ,
Geleceğim ol ,
Üşütme ,
Kendine dikkat et ,
Çok aşırı yakışıklı olma ,
Kızlarla gezme ,
Annene benden bahset ,
Şebeklik yap ,
Mutlu et ,
Süpriz yap.

ISON kuyruklu yıldızı yok oldu

ISON kuyruklu yıldızı yok oldu

Güneş'e 1,2 milyon kilometre yaklaşan ISON kuyruklu yıldızı, bilim adamlarının beklentilerinin aksine yoğun ısı ve radyasyona yenik düştü.

Astronomlar, devasa bir buz ve toz topu olan ISON kuyruklu yıldızının Güneş 'in arkasında gözden kaybolduğunu gözlemledi. Ancak kuyruklu yıldız, bir daha ortaya çıkmadı. Güneş'e 1,2 milyon kilometre yaklaşan ISON kuyruklu yıldızı, teğet geçmesi beklenirken yok oldu. 

"Yüzyılın Kuyruklu Yıldızı" olarak tanınan gök cisminin, aşırı sıcak ve Güneş yakınlarındaki gelgit kuvveti nedeniyle yok olduğu sanılıyor.

Kuyruklu yıldızın, Güneş'i teğet geçebilmesi halinde Dünya 'dan gündüz de görülebilecek parlaklığa erişmesi bekleniyordu.

Bazı astronomlar kuyruklu yıldızın yeniden ortaya çıkacağı umudunu taşıyor. Bazıları ise devasa gök cismini Yunan mitolojisinin trajik kahramanlarından biri olan Ikarus'a benzetti.

Kral Minos'un emriyle bir kuleye kapatılan Ikarus ile mucit babası Daidalus (Daedalus), yeniden özgür olabilmek için balmumu ve kuş tüylerinden kanatlar yapmıştı.

Babasının tüm uyarılarına karşın Güneş'e yaklaşan Ikarus'un balmumundan kanatları erimiş ve Ege Denizi'nin sularında yaşamını yitirmişti. (Ntv)

Paralel evrenler gerçek mi

EVRENDEKİ HER BİR KARADELİK YENİ BİR EVREN'E AÇILIYOR OLABİLİR

Evrenimiz bir kara deliğin içinde bulunuyor olabilir. Her ne kadar kulağa garip gelse de, bu teori evrenin başlangıcı ve şu anki gözlemlediğimiz halinin en iyi açıklaması olmaya aday. Bu teori yaklaşık son 10-20 yıldır bir grup teorik fizikçisi tarafindan detaylı olarak araştırılmaktadır.

Standart büyük patlama teorisi, Evrenin görünürde mümkün olmayan bir tekillikten, sonsuzluk derecesinde yoğun madde konsantrasyonu bulunduran inanılmaz küçük bir noktadan genişleyip bugunkü haline aldığını ileri sürmektedir. Her ne kadar başarılı bir teori olsa da, bu teori cevaplanmamış pek cok soru icermektedir. Çok hızlı bir şekilde evrenin genişlediğini öne süren ve geçtiğimiz yıllarda ortaya atılan Enflasyon teorisi, var olan soruların sadece bir kısmını cevaplamada yeterli olabilmiştir, fakat asıl önemli olan sorular hala cevapsızdir: "Büyük Patlamayı ne başlattı?" Enflasyon neden durdu? Evrenin genişleme hızını arttırdığı düşünülen kara maddenin kaynağı nedir?

Evrenimizin bir kara maddenin içinde olduğu fikri, bu ve bunun gibi pek çok soruya cevaplar sağlamaktadir. Şu anki fizik bilgimizle mümkün olmayan tekillik kavramlarini elimine etmektedir. Ve bu fikir, kaynağını fizikte var olan iki temel teoriden almaktadir.

Bunlardan birincisi modern kutleçekim teorisi olan ve evreni büyük ölçeklerde tanımlayan Einstein'ın genel görelilik teorisi. Bu teoriye gore evrendeki herhangi bir olay uzay-zamanda bir nokta olarak meydana gelir. Guneş gibi büyük kütleli bir obje bu uzay-zamani "büker" ya da “eğer”, aynen kanvasın üzerinde duran bir bowling topunun yaptığı gibi. Aynı şekilde Güneşin kütleçekimindeki bu eğrilikler Dünya ve dünya gibi Güneş etrafında dönen diğer gezegenlerin hareketini değiştirir. Güneşin bu sekilde diğer gezegenleri çekmesi bize kütleçekimi kuvveti gibi gözükür.

İkinci teori ise evreni küçük, yani atom altı ölçeklerde açıklayabilen kuantum mekaniği. Yalniz burada önemli olan nokta, kuantum mekaniği ve genel goreliliğin şu anda tamamen ayrı teoriler olduğudur; fizikçiler atomaltı parçacikların kara deliklerdeki davranışı fenomenini açıklayabilmek için bu iki teoriyi “kuantum kütleçekimi” teorisi adi altında birleştirmeye calışmaktadırlar.

1960’larda ortaya atılan Einstein-Cartan-Sciama-Kibble kütleçekimi teorisi kuantum mekanik etkilerini de içermektedir. Boylece, hem kuantum kutlecekimi teorisine bir adim daha yaklasmakta hem de evrenimiz icin alternatif bir tablo gostermektedir. Genel gorelilik teorisine yapilan bu ekleme “spin” adi verilen onemli bir kuantum ozelligini icermektedir. Spin, elektronlar gibi atom alti parcaciklarin donme hareketlerinden kaynaklanan bir ozellik, buz uzerinde donen patencinin donusunden dolayi sahip oldugu acisal momentum gibi.

Çeviri: Fulya Çifter (Yaşamın Kökeni Editörü)
University of Massachusetts Lowell Department of Physics

Semavi Dinlerin Sümerlerdeki Kökeni

“İSA’NIN TANRININ OĞLU OLMASI” SÜMERLERDEN GELME

İsa ile ilgili bu başlığı Muazzez İlmiye Çığ’ın kitabındaki yazılanlara bakarak kendi anlatımım ile kaleme alıyorum.

Sümerler de çok ilginç bir anlayış var. Sümer rahibelerinin çocuk doğurması yasaktı. Evlilik serbestti ama çocuk yapmamak şartıyla. Çünkü rahibelerden doğan çocuklar “Tanrının Çocuğu” olarak görülüyordu. Bu anlayış ve Kur'an’daki bir ayet İsa’nın neden “Tanrının Çocuğu” olarak görüldüğünü çok iyi şekilde anlamamıza yardımcı olmuş oluyor.

Âli İmrân Suresi, ayet 35-37:
"İmran'ın karısı şöyle demişti 'Rabbim karnımdakini azatlı bir kul olarak sana adadım. Adağımı kabul buyur. Rabbim onu kız doğurdum, ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu sana ısmarlıyorum' dedi. Rabbi onu hüsnükabul gösterdi ve güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı (teyzesinin kocasını) Rabbi onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya onun yanına, mabede her gelişinde orada bir rızk bulur 'bu sana nereden geliyor?' derdi. O da 'Allah tarafından' derdi."

Yukarıdaki ayete baktığımızda Meryem’in zamanında Mabetler olduğu anlaşılmaktır. (Tevrat ve İncil'de de mabetlerin bulunduğu yazılı.) Meryem ise mabet’e adanmış ve Mabette yetişmiş bir kızdı. Bir şekilde (bazı kitaplara göre de nişanlısı Yusuf’tan) hamile kaldığında çocuğunu gidip ücra bir yerde doğurmuş olmalı, çünkü çocuğunun “Tanrının Çocuğu” diye öldürülmesinden korkuyordu. Böylece İsa’ya büyüyene kadar “Tanrının oğlu” olduğuna inandırılması, "ben Tanrının oğluyum" diyerek ortaya çıkmasına ve böylece öldürülmesine sebebiyet vermiş olmalı.

Muazzez İlmiye Çığ kitabında konunun sonunda şunları belirtiyor:
“Mezopotmaya'da eski çağlardan başlayarak Yeni Babil devrine kadar adak olarak veya kıtlıktan korumak üzere çocuklar mabede verilirdi. Meryem hikâyesinde bu geleneğin sürdüğü anlaşılıyor. (L.O. Oppenheim, Ancient Mesopotamia, Chicago, 1964, s. 107.)”


“KUTSAL GÜN İNANCI”DA SÜMERLERDEN GELME

Direkt Muazzez İlmiye Çığ’dan alıntı yapıyorum:

“Sümerlilerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7.gün dinlenme var. Bu Yahudilere sabbat olarak geçmiş. On emirde “Sabbat’ı düşün, onu kutsal gün olarak gör!” deniyor. 6 gün çalışıp yedinci gün Tanrıya adanmış bir dinlenme günü oluyor. Yahudilere ve Kur´an’a göre Tanrı 6 günde dünyayı yaratıp yedinci gün dinlemiş. Bu günün cumartesi olması da Babillilerden geçmiş. Babilliler her ayın 7. gününde (Şapatu) bir kutlama yaparlardı. Bu üzgünlüğü ve nefis terbiyesini ifade eden ve Satürn gezegenine adanmış bir gündü, (Satürday, Satürn gezegeninden gelen bir gün adı, yani cumartesi). Satürn kötü güçlerin temsilcisi idi. Yahudiler bu günün anlamını değiştirerek onu neşeli bir hale koymuşlardır. Onlar cumartesi gününü Tanrıya dua ederek, kitaplar okuyarak çeşitli eğlencelerle geçirirler ve en ufak bir işe el sürmezler. İslamiyet’e bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır”


“ÖRTÜNME VE BAŞ ÖRTÜSÜ”DE SÜMERDEN GELME

Muazzez İlmiye çığ bu konuda diyor ki:

Sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi yapıyorlardı. Bunlar Tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür.(24) Daha sonraları, İÖ 1500 yıllarında bir Asur Kralı, yaptığı bir kanunun kırkıncı maddesi ile evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak; örtünürlerse ceza var. (Prof. Mebrure Tosun-Doç. Dr. Kadriye Yalçav, Sümer, Babil, Asur Kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975, s.252, madde 40.) Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.Bu gelenek Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hıristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İlginç olanı Tevrat'ın son yazıldığı zamana kadar Yahudiler arasında Tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye 23: 18'de "İsrailoğullanndan ve kızlarından kendilerini fuhşa vakfetmiş kimseler olmayacaktır. Kadınlar! Fuhşun ücretini herhangi bir adak için Allah'ın Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Allah'ın Rabbe mekruhtur" şeklinde yazılıyor. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış. (Tevrat, Tekvin 38:15.)(25) Bunun Araplarda da olduğunu duydum; ama yazılı bir kanıt bulamadım. İslam'a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş. Buna karşın erkeksiz bir yerde Kur'an okunurken veya dua ederken kadınların başını örtmesi, Sümer geleneğinin bir devamıdır.

(24) Hartmut Schmökel, Kulturgeschichte des Altenorient, Stuttgart, 1961, s.37.
(25) Tekvin 38: 5-26'da bulunan hikâye bunu açıklıyor. Buna göre, Yahuda'nın oğlu ölüyor. Geleneğe göre gelinini ikinci oğluna veriyor. O da ölünce adam üçüncü oğluna almıyor gelinini. Buna kızan gelin dulluk elbisesini çıkarıyor. Yüzüne peçe takıp kendisini fahişe gibi yaparak kaynatası ile yatıyor. Karşılığında kadın adamın mührünü, kuşağını ve değneğini istiyor. Kadın gebe kalıyor; bunlarla, çocuğun kaynatasından olduğunu kanıtlıyor.

Kur'an'da Örtünmeyle İlgili Ayetler

A'râf Suresi, ayet 26-27:
"Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Tekva (iman) elbisesi ise daha hayırlıdır. Ey Ademoğulları! Her mescide gidişinizde ziynetli elbiseler giyinin. Yiyin için, fakat israf etmeyin."

Nur Suresi, ayet 31:
"Mümin kadınlara söyle: Gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ellerinin altında bulunan, erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar."


HAVVA’NIN KABURGADAN YARATILMASI”DA SÜMERDEN GELME

Muazzez İlmiye Çığ bu konuda şunları söylüyor:

Sumer'de, Dilmun adında, saf, temiz, parlak Tanrıların yaşadığı bir ülke var. Hastalık ve ölüm bilinmeyen yaşam ülkesi. Fakat orada su yok. Su Tanrısı, Güneş Tanrısına yerden su çıkararak orasını tatlı su ile doldurmasını söylüyor. Güneş Tanrısı söyleneni yapıyor. Böylece Dilmun meyve bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile Tanrıların bahçesi haline geliyor. Bu cennet bahçesinde Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bu ağaçlar meyvelenince Bilgelik Tanrısı Enki her birinden tadıyor. Buna Yer Tanrıçası çok kızıyor, Tanrıyı ölümle lanetleyerek ortadan yok oluyor. Bilgelik Tanrısı çok ağır hastalanıyor. Diğer Tanrılar büyük güçlüklerle Yer Tanrıçasını bularak Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için yalvarıyorlar. Tanrıça, Tanrının 8 bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer Tanrı yaratıyor. İlginç olan, yaratılan Tanrılardan beşi Tanrıça (bu doktorlukta ilk uzmanlaşmayı da göstermesi bakımından önemli). Hasta olan organlardan biri kaburga. Onu iyi eden Tanrıçanın adı, "kaburganın hanımı
anlamına gelen Ninti dir. Bu kelimede Nin hanım, ti kaburgadır. Ti'nin bir anlamı da hayat'tır.

Eğer ikinci anlamıyla tercüme edersek Tanrıçanın adı "hayatın hanımı" olur (31)

Bu hikâye Tevrat'ta da var: (Tekvin 2:5-23.)

"Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu ve bir kır otu henüz bitmemişti; çünkü Rab Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işlemek için adamı yoktu ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağı suladı. Ve Rab Allah yerin toprağından Adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu. Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti ve Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah, görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasına da hayat ağacını, iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölünerek dört kol oldu: (Bunlardan ikisi Dicle ve Fırat-M.İ.Ç.) Ve Rab Allah baksın ve onu korusun diye Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah Adam'a, 'bahçenin her ağacından ye, fakat iyilik, kötülük bilme ağacından yemeyeceksin, yersen ölürsün' dedi. Ve Rab Adam'ı yalnız bırakmamak için bütün hayvanları topraktan yaptı ve onlara ad koymak için Adam'ı getirdi. Fakat Adam yalnız idi. Rab Adam'a derin bir uyku
verdi, onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ondan bir kadın yaptı ve onu adama getirdi ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna nisa denilecek."

Bundan sonra yılanın kadını kandırarak yasak meyveyi yedirdiği ve bahçede olan Allah ile konuşmaları geliyor. Allah yılanı lanetliyor. Allah, Adem (burada Adam yerine Adem deniyor)(32) ve karısına giymeleri için kaftan yapıyor. Kadını ağrılı çok çocuk yapması ve Adem'i de toprakla uğraşması ile cezalandırarak onları Aden bahçesinden kovuyor. Buraya kadar nedense karısının adı verilmemiş. Ancak dördüncü babın başında, karısının adının Havva olduğu ve Habil, Kain'i doğurduğu yazılı.

Görüldüğü gibi Tevrat'ta (bap 1:27) yaratılışın altıncı ve son gününde Allah insanı erkek ve dişi yaratmış olduğu halde, Adam'ı tekrar yerin toprağından, eşini de onun kaburgasından yaratıyor. Buna göre bap 2: 4-23'te anlatılanlar, Sumer hikâyesinden alınmadır.


Evet. Buradan sonra vereceğim benzerlikler ayrı ayrı başlıklar halinde değil, tek başlık altında olacaklar. Sebebi kısa olmalarından dolayı. Fakat kısa olduklarına bakmayın, oldukça çarpıcılar.


KISA KISA DİĞER ÇARPICI BENZERLİKLER

Bu başlık altında kendimden hiçbirşey eklemiyorum. Direk Muazzez Hanımın kitabından alıntı yapacağım.

Sinagoglar, Kiliseler ve Camiler: Sümer´de kralların nasıl sarayları varsa tanrıların da öyle evleri olmalıydı. Bunun için “Tanrı evi” adı altında görkemli tapınaklar, yanlarında Tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen basamaklı kuleler yapılmıştı. Daha sonra bu Tanrı evleri sinagoglara, kiliseler, camilere dönüştü.(3) Camilerin ve mineralerin üstündeki yarım ay, Sümer Ay Tanrısının sembolüdür.(4)

(3) Sümer´deki “Tanrı evi” deyimi, Kur’an´da “Allah mescitleri” (Tevde Suresi, ayet 17, 18) şeklinde bulunmaktadır. Sümer´de mabet ve saray anlamına gelen “e.gal” kelimesi Tevrat´da “hegal” olmuştur.
(4) Sümer dininde Ay kültünün önemli bir yeri vardır. Ayın ilk göründüğü gün, 15 günlük olduğu ve görünmediği günlerde törenler yapılır, hatta bazı yiyecekler yenilmezdi. İslamiyet’te de oruç ve bayramlar Ayın görüşüne göre düzenlenmiştir.

Musanın Tanrı’dan Kanunu Alışı: Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi´nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan Musa´nın ve Yahudi kanunu, ondan da İslam kanunu etkilenmiştir. Hammurabi´nin (İÖ 1750) Güneş Tanrısından kanunu alışı, Musa´nın Tanrıdan kanunu alışına örnek olmuştur. İlginç olanı İslam´da hukukun, anca Arapların Irak topraklarını ele geçirdikten sonra kurallaşmasıdır. Sümer, Babil hukuksal geleneklerinden çıkan sözler, İbrani kanuni Telmud´da bulunuyor. Ortodoks Yahudi´deki boşanma terimi Sümerce bir kelime. Sinagogda Tevrat okunurken dinleyenler şallarının saçakları ile onu izlerler. Bu, Sümer´de hukuksal bir belgenin onaylandığını göstermek için tablete elbise kenarlarıyla basılmasını yansıtmaktadır. (Samuel Noah Kramer, Cradle of Civilization, New York, 1967, s.160)

Tanrının 99 ismi: Sümer Tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50’sini yeni yarattıkları tanrı Marduk’a vererek tek Tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardı.
İslam dininde de Allah´a verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünüyor.

Yer altı Dünyası ve Gölgelerin Yer altı Dünyasından Çıkması: Sümerlilere göre ölüler “kur” adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yer altı dünyasına gidiyorlar. Tevrat’ta bu; Şeol, Yunan’da Hades, İncil’de cehennem, İslam’da ahret olarak devam etmektedir. Sümerlilere göre burada tekrar dirilme yok. Fakat yer altı dünyası; oranın Tanrıları, rahipleri, ölenlerin gölgeleriyle oldukça hareketli bir yer. Buradan bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne çıkabiliyorlar. Gılgamış´ın çağrısı üzerine arkadaşı Enkidu’nun gölgesi çıkarak iki arkadaş konuşuyorlar. Tevrat Samuel I:28’de Kral Saul’un istediği üzerine Samuel’in gölgesi yeraltından çıkıyor.

Cariyenin Hanımına Tavrı: Sümer kanuna göre kısır bir kadının kocasına verdiği cariyesi çocuk doğurunca, hanımına karşı büyüklük taslayamaz, öyle yapmaya kalkarsa cezalandırılır. Tevrat ve Kur´an’da da yazıldığına göre İbrahim Peygamber’in kısır olan karısı Sara, cariyesi Hacer’i çocuk yapmak üzere kocasına veriyor. Cariye, çocuk doğurup kendisini üstün görmeye başlayınca, oğlu İsmail ile çöle götürülüp atılıyor kocası tarafından.(5)

(5) C.L Woolley, The Sumerians, New York, 1965, s.102; Hammurabi 146; Tevrat Tekvin bap 21: 8-21; Kur´an’da çeşitli sureler içinde.

Üstün Kavim: Sümerliler, kendilerinin, Tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk olduğunu yazmışlar. Tevrat’ta Yahve, Kur´an’da Allah, İsrailoğullarını üstün bir kavim yapmıştı. Tevrat Tesniye 14:6; Kur´an Casiye Suresi, ayet 16; Bakara Suresi, ayet 27.

Kadınların Erkekler İçin Bir Tarla Gibi Olması Benzetmesi: Sümerliler kadınlarını bir tarlaya benzetmişler. Aynı deyim hem Tevrat, hem Kur´an’da var. Kur´an’da “kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl isterseniz dilerseniz öyle varın” yazılı. (Bakara Suresi, ayet 223).

Sırat Köprüsü ve Cehennem: Yahudilere, Babil tutsaklığından sonra, Perslerin etkisiyle, Zerdüşt dininden; ölülerin tekrar dirileceği, cennet, cehennem ve Sırat köprüsü girmiştir. (Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1966, s.361) Kur´an’da Sırat köprüsü yok.

İslam’a göre cennetin 7 kapısı vardır; Sümer yer altı dünyasının da 7 kapısı bulunuyor.

Tanrı’nın Gökte Yer Alması: Sümer tanrılarının gökte toplandıkları “duku” adında bir yerleri var. İslam inanışına göre de Allah yedi kat göğün üstünde Arş´ta oturuyor. (Hûd Suresi, ayet 7; Furkan Suresi, ayet 59; Secde Suresi, ayet 4.)

Karikatür Nasıl çizilir


Michelson-Morley Deneyi

Bilimadamları bütün uzayı dolduran esirin hareketsiz olduğunu düşünüyorlardı. Dünyamız evreni kaplayan esir içinde sanki su dolu bir kavanozdaki bir bilyeye benzetilebilir. Bilyemizi hareket ettirdiğimiz zaman suda bir dalgalanma olur.


Aynı şekilde gök cisimlerinin hareketlerinden dolayı esirde dalgalanmalar olması gerekir. Bu dalgalanmalar yüzünden ışığın hızında değişmeler meydana gelmelidir.

Fakat yapılan deneylerde ışığın hızı, daha önceleri bulunan hızla (300.000 km/s) aynı çıkıyor. Esirin varlığını deneysel olarak ispatlamak için yapılan deneylerin en çok ses getireni Michelson- Morley deneyi oldu. Albert Michelson ve Edward Morley 1887 yılında esirin varlığını ispatlamak için deneylerini gerçekleştirdiler. Düşünceleri ise şuydu: Denizde giden bir gemide elimizi denize soksak bir akıntı, direnç hissederiz.



Aynı şekilde Güneş etrafındaki yörüngesinde ilerleyen dünyamız hareketsiz esirde bir akıma sebep olacaktır. Bu akımda dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı geciktirecektir. Bu gecikmenin tespit edilmesiyle esirin
varlığı deneysel olarak kanıtlanmış olacaktı. Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirdikleri deneyde ışık kaynağından çıkan ışınlar,45 derecelik açıyla duran yarı gümüşlenmiş ayna tarafından ikiye ayrılıyor.
Bu iki ışının biri dünyanın hareketi yönünde, diğeri bu doğrultuya dik bir yönde ilerliyor. Daha sonra bu iki
ışın yarı gümüşlenmiş aynadan eşit uzaklıktaki Özdeş aynalardan yansı*** geri dönüyorlar. Dünyamız güneş
etrafında ortalama 30 km/s hızla yol aldığı için dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı (300.000- 30) 299.970 km/s olarak ölçülmesi gerekiyordu. Dik doğrultuda gönderilen ışın ise esir akımından etkilenmez. Sonuçta iki ışık ışınlarının hızlan arasında çok az bile olsa bir farkın olması gerekir. Fakat deney sonunda beklenen olmadı. Çok hassas aietler kullanıldığı halde bir fark tespit edilemedi. Deney tekrarlandı. Günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde dahi sonuç değişmedi. Işık hızında en ufak bir sapma gözlenemedi. Deneyin sonucuna göre: esirin varlığında şüphe edilmediğinde ya dünya hareket etmiyordu ya da esir dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu. Tabiki dünyanın hareketinden şüphe edilemezdi. Esirin, belirli bir gezegenin hareketini izlediğine inanmak da pek tatminkar değildi. Michelson esiri tespit etmek için araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü.

Michelson -Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete geçirdi. Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin - hızlarıyla doğru orantılı bir şekilde boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler. Buna göre interferometre aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın aldığı yolun da kısalması gerekir. Bu kısalma hesaba katıldığında ise
hızların birbirine eşit çıktığı görüldü. Böylece esir varolmamaktan kurtuldu. Ama bu seferde deneysel olarak ortaya konması imkansız hale geldi. Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının değişmesine izin vermiyor, sanki evren esirin belirlenmesini istemiyordu. Bu son gelişmelerle fizikçiler kaçınılmaz olarak ihtilafa düştüler. Kimileri esirin varlığını savunurken kimileri de hiç bir fayda sağlamayan bu hipotezin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı.

ISON kuyruklu yıldızı yok oldu mu

Güneş Sistemi’nin dışından gelerek dün Güneş’e en yakın olduğu noktaya erişen ISON kuyrukluyıldızı, ilk belirlemelere göre yok olduğu belirtilse de varlığını sürdürüyor olabilir.

Güneş Sistemi’nin oluştuğu 4.5 milyar yıl öncesinden günümüze dek ulaşan kuyrukluyıldız ISON, dün TSİ 20.37’den itibaren Güneş ile arasındaki mesafeyi en aza indirdi ve bir ‘ölüm kalım yolculuğuna’ çıktı.

Güneş Sistemi’nin oluşum döneminden kalan ‘buzul kalıntıların’ biriktiği Oort Bulutu’ndan gelen ISON, Güneş’le olan yüzleşmesinin ardından yerdeki gözlemevleri ve uydulara izini kaybettirdi. Ancak gök bilimciler dev buzul cismin Güneş’in etrafından dolanarak yoluna devam edeceğini ve gökyüzünde parlak bir şekilde belirebileceğini ifade etti.

Güneş’in diğer tarafında belirlemeyen ISON’un, parçalara ayrıldığına dair de bir gözlem yapılmadı.

ABD Donanma Araştırma Laboratuvarı’nın Kitty Peak Gözlemevi’nde görevli Karl Battams, “Bu noktada ISON’un yok olduğu konusunda şüpheliyim, daha fazla gözlem yapmamız gerekiyor” dedi.

Güneş Sistemi’ndeki en eski gök cisimlerinin, Güneş’in manyetik alanıyla nasıl etkileşime geçtiğine dair en nadir gözlemlerden birini sunan ISON’un önemine değinen Battams, “Bu kadar olağanüstü bir olayı bir daha ne zaman göreceğimizi kimse bilemez” ifadesini kullandı.

ISON, Oort Bulutu’ndan gelen birçok cismin aksine, Güneş’e en çok yaklaşan kuyrukluyıldız oldu. IsON’un dün Güneş’le arasındaki mesafe 1 milyon 175 bin kilometreye kadar indi.

EN SON GÖRÜLDÜĞÜ YER
NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden Alex Young, “ISON parçalara ayrılacak olsa bile manyetik alanları hiç olmadığı kadar iyi inceleme şansı sunacak... Bu doğanın bize verdiği çok nadir bulunacak bir fırsat” dedi.

ISON, Dünya’da ve Uzay’da birçok teleskop tarafından takip edildi ancak Güneş’e en çok yaklaştığı noktadan itibaren izini kaybettirdi. NASA’nın yayımladığı en son fotoğrafta, kuyrukluyıldızın Solar Dynamics Observatory (SDO) uydusu tarafından en son görüldüğü nokta işaretlendi.

İyimser görüşlerin yanı sıra, ISON’un yok olmuş olabileceğini öne sürenler de var. SDO projesinde yer alan Dean Pesnell, “SDO’da ISON’u görmedik... Kuyrukluyıldızın perihelyona ulaşmadan parçalandığını ve buharlaştığını düşünüyoruz” dedi.

En büyük radyasyon patlaması

Gökbilimciler, uzayda bugüne kadarki en büyük radyasyon patlamasını keşfettiklerini söylüyorlar.



Evreni aydınlatan ışık 4 milyar yıl sonra bize ulaştı

Bütün evreni aydınlattığı düşünülen gama-ışın patlamasının yaydığı ışığın dünyamıza varması yaklaşık 4 milyar yıl aldı. Uzayın derinliklerinde kendi içine çökerek ölen bir yıldızdan geriye bir kara delik ve bütün evrene yayılan bu ışık patlaması kaldı.

Dünyaya ulaşan radyasyonun güvenli şekilde atmosfer tarafından emildiği söyleniyor. Güneş'ten çok daha büyük Araştırmacılar, Science (Bilim) dergisinde yayımladıkları makalede, gama-ışın patlamasının bulgularına bu yıl başlarında uzaydaki teleskoplar vasıtasıyla ulaştıklarını söylüyorlar. Patlama dünyaya daha yakın bir mevkide meydana gelmiş olsaydı, gezegenimize etkisinin felaket boyutlarında olacağı tahmin ediliyor.

Ölen yıldızın, Güneş'ten yaklaşık 20-30 kat daha büyük olduğu düşünülüyor. Gökbilimciler, patlamanın kendisinin bir dakikanın altında bir sürede meydana geldiğini, fakat bütün evrene radyasyon saçacak büyüklükte olduğunu söylüyor. İngiliz gökbilimci Profesör Paul O'Brien, NASA'nın uzaydaki Swift ve Fermi isimli teleskopları tarafından tespit edilen patlama hakkında, ''Bu tip olaylar her an herhangi bir galakside meydana gelebilir.

Daha önceden bilme şansımız yok.'' diyor. 500 milyon yılda bir Yıldız ölümü, yakıtı bitince kendi içine çöken bir yıldızın kara delik oluşturması ve aynı zamanda gama-ışın patlaması diye adlandırılan olağanüstü bir enerjiyi dışa yayması olarak tanımlanıyor. Patlama esnasında yıldızdan geriye kalanların dışarı doğru genişlemesi ise süpernova olarak bilinen bir başka olayı tetikliyor. Bir gama-ışın patlamasının dünyanın ozon tabakasını delerek zarar verebilmesi için 1000 ışık yılı yakınlıkta olması gerektiği tahmin ediliyor. Bu tip bir patlamanın her 500 milyon yılda bir meydana geldiği kanısında olan Profesör Paul O'Brien, ''Gezegenimiz tarihi boyunca ölen bir yıldızın radyasyonuna muhtemelen maruz kalmış olmalı. Gelecekte de tekrar edecek. Ama bizim ömrümüze denk gelmesi çok düşük bir olasılık.'' diyor.

Yavru köpeği selden kurtaran maymun

Vicdan sadece insana mahsus bir özellik değil. 

Selde yavru bir köpeği kurtaran bu maymun da vicdan sahibi olabiliyor, hatta çoğu insan canının derdine düşerken onlardan daha da vicdanlı olabiliyor...


28 Kasım 2013 Perşembe

Karanlık Enerji Nedir

Kısa bir ifade ile; evrenin genişleme hızına ilişkin gözlemlerimiz gereği yaptığımız hesaplarda ortaya çıkan “eksiklik”tir. Evrenin genişleme hızı, bugünkü ölçümlediğimiz görünebilir madde ve karanlık madde* miktarı göz önünde bulundurulduğunda kütleçekim etkisiyle giderek yavaşlamalı, yahut en azından sabit olmalı. Fakat gözlemlerimiz genişlemenin giderek daha da hızlandığını gösteriyor.

Bu hızlanma oranını dikkate alarak hesaplarımızı yeniden yaptığımızda, evrenin %73′ünün “kütleçekimin tersine etki eden” bir enerjiyle kaplı olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Karanlık enerji ismini verdiğimiz bu “güç”ün ne olduğuna veya mahiyetine ilişkin hiçbir bilgimiz yok. Aslında gerçekte böyle bir enerjinin var olup olmadığına da emin değiliz, çünkü varlığına ilişkin elimizdeki tek iz, evrenin beklediğimizden hızlı genişliyor olması.

(*) Karanlık enerji ve karanlık madde birbirinden çok farklı terimlerdir. Karanlık madde kütleçekim etkisi ile gökadaları ve gökada kümelerini bir arada tutarken, karanlık enerji bunun tam tersi etki yaparak evrenin genişlemesine, gökada kümelerinin birbirinden uzaklaşmasına neden olur. 

Soyu Tükenen Canlılar

2013 senesinin Kırmızı Listesi açıklandı. Uluslararası Doğanın Korunması Birliği'ne (IUCN) göre, çok nadir bulunan ve ilginç bir zürafa türü ile ondan çok daha nadir bulunan bir kuş türü çok yakında tamamen yok olacak. İsveç temelli bu grup, Dünya'nın en nadir bulunan türlerini takip ediyor ve tehdit altında olan memeliler, sürüngenler, kuşlar ve bitkilerden oluşan Kırmızı Liste'yi güncellediler.

Aslında tüm haberler kötü değil. Koruma çabaları olumlu sonuçlar da veriyor. Örneğin Kaliforniya Kanal Adası Tilkisi ve derisırtlı deniz kaplumbağalarının sayısı koruma çabaları sayesinde artıyor. Ne var ki bu iki tür de halen listedeler; ancak "tehlike altında" kategorisinden, "en düşük derecede tehdit" kategorisine kadar geniş bir skaladan oluşan listede daha düşük bir dereceye alındılar. Ancak IUCN sözcüsü Jane Smart şunları söylüyor:

"Yine de genel mesaj oldukça kötü. Her bir güncellemeyle, bazı türlerin durumunda gelişme olsa da, çok daha fazla sayıda tür tehdit altına girmeye başladı."

Listede yer alan 71.576 türden 21.286'sının statüsü "yok olma tehdidi altında". Listede yer alanlardan bazıları şu şekilde:


1) Okapi:



Zürafaların kuzeni olan okapiler "neredeyse tehdit altında" statüsünden "tehdit altında" statüsüne alındılar. Yani yok olmalarına 3 adım kaldı. Sadece Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde bulunan bu tür, insanlar tarafından öldürüldüğü ve avlandığı için; ayrıca yaşam alanları insanlar tarafından yok edildiği için tehdit altında. Son 18 yılda türün yaşam alanlarının %50'sini yok ettik.


2) Beyaz Kakadu



İnsanların ev hayvanı olarak alma meraklarının giderek artmasından ötürü, türün yakalanma ve öldürülme miktarları da katlanarak arttı. Öyle ki, artık türün birey sayısının, türün devamlılığı için yeterli olmadığı düşünülüyor. Bu sebeple "tehdit altında" kategorisinde yer alıyor. En çok Endonezya'da bulunan türün tüm popülasyonunun her yıl %17'sinin insanlar tarafından hapsedildiği ve satıldığı düşünülüyor.


3) Kaliforniya Kanal Adası Tilkisi



Yeniden doğal ortamına salınma ve aşılama çabaları sayesinde bu türün popülasyonu 2002 yılındaki 1500 bireyden, 5500'e başarıyla çıkarıldı. Bu sayede artık tür "kritik olarak tehdit altında" kategorisinden "neredeyse tehdit altında" kategorisine yükseltildi.


4) Derisırtlı Kaplumbağa



En büyük kaplumbağa türü olan derisırtılıların durumu Atlantik Okyanusu'nda giderek iyileşiyor. Bu sebeple durumları "kritik olarak tehdit altında" seviyesinden "korunmasız" seviyesine yükseltildi. Ancak Pasifik Okyanusu'ndaki bireylerin sayısı giderek azalıyor. Bunun sebebi de yumurtaların insanlar tarafından çalınması ve balıkçılık...


5) Beyaz Dudaklı Pekari



Yaşam alanlarının tahrip edilmesi, yasadışı avlanma ve epidemik hastalıklar sebebiyle beyaz dudaklı pekamilerin popülasyonları hızla çöküyor. Eskiden Orta ve Güney Amerika'da rahatlıkla bulunabilen bu türün durumu hızla "korunmasız" düzeyine indi. Eğer önlem alınmazsa bu gidişat devam edeceğe benziyor.


6) Beyaz Kanatlı Tüykuyruk



Afrika'nın en nadir kuşlarından biri olarak bilinen bu türün fotoğraflarını bile bulabilmek imkansıza yakındır. Toplamda 1000'den az bireyi kaldığı düşünülen türün durumu "kritik olarak tehdit altında"dır ve yakın bir gelecekte tamamen yok olmaları çok muhtemeldir.

En Büyük Penisli Canlı: Mavi Balina

Dünya üzerindeki en büyük penise sahip canlı mavi balina olarak bilinen Balaenoptera musculus türüdür. Kendi boyu 30 metreye, kütlesi 170 tona erişebilen bu devasa hayvanın penisi ortalama olarak 2.4 ila 3 metre arasında bir uzunluğa, 30-36 santimetrelik bir genişliğe sahiptir. Türün testislerinin her biri 45-70 kilogram ağırlığındadır.

3.8 milyar yıllık canlılık tarihinde, yeryüzünde yaşamış en büyük hayvan olduğu bilinen mavi balinaların bu devasa boyutlardaki penisleri de anlaşılırdır. Özellikle okyanus gibi kaotik bir ortamda çiftleşmek oldukça zor bir iştir. Hele ki eşiniz de sizin kadar devasa ise... Memeli bir hayvan olarak iç döllenme ile üreyen mavi balinaların erkekleri, çiftleşme fırsatını bulduktan sonra başarıyı ıskalamamak için bir seferde ortalama 20 litre sperm bırakabilir.

Türün penisi normalde vücudunun içerisinde saklıdır. Çiftleşme öncesinde bu penis, genital yarık olarak bilinen yerden, hızla dışarı çıkar.

Şimdiye kadar kayda geçen en büyük penis, İzlanda Fallolojik Müzesi'nde bulunan mavi balina penisidir. Bu penis, aslında gerçek canlının penisinin sadece baş kısmıdır ve bu kısım 170 santimetre uzunluğunda ve 70 kilogram ağırlığındadır. Penisin tamamı ise 5 metre uzunlukta ve 350-450 kilogram ağırlığındadır. Hazır bu kadar penislerden bahsetmişken, karadaki en büyük penis de yetişkin fillere aittir ve ortalama 1.8 metre uzunluğundadır.

Görme Yetimizi Anlamsız Kılan Hayvan: Mantis Karidesi

İnsan gözü, uzun yıllar boyunca "kusursuz" bir organ olarak lanse edilmiş, beynimizle birlikte doğadaki en üstün yapı olarak gösterilmeye çalışılmış ve bu karmaşık özelliklerinden ötürü ve daha üstün bir şekilde var olamayacağı düşünülerek, hiçbir şekilde evrimsel süreçle var olamayacağı ileri sürülmüştür. Elbette bu, insan zekasına hakaret olacak kadar bilgisizce sürdürülmüş bir iddiadır. Her yapı gibi, göz ve beyin gibi organlarımızın da evrimsel geçmişi açığa çıkarılmış ve ciddi anlamda kusurlu yapılar oldukları anlaşılmıştır. Şimdi yapılan yeni bir keşif, gözümüzün bazı hayvan gözleri yanında tek kelimeyle bir hiç olduğunu ortaya koymaktadır. Çoğu insanın aklına görme denince artık kartallar gelecek olsa da, aslında görme konusunda lider olan türler, mantis karidesleri olarak bilinen bir gruptur.


Bu hayvanlar ne mantistirler ne de karides... Ancak isimleri bu şekilde yayılmıştır. Bu canlılarla ilgili birçok ilginç özellik keşfedilmiştir; ancak görmeleriyle ilgili yapılan keşif, şimdiye kadar hiçbir hayvan türünde görmediğimiz cinstendir.

İnsanda normalde 4 adet ışığa duyarlı hücre bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi çubuk hücresi grubu, diğer 3 tanesi ise kırmızı, yeşil ve mavi renklere duyarlı koni hücreleridir. Ancak mantis karideslerinde yapılan analizler, bu hayvanların 20 farklı fotoreseptörü olduğunu ortaya çıkarmıştır! Bu bakımdan insan gözüne göre renkleri kat kat detaylı ayırt edebilirler.

Mantis karideslerinin gözlerinin yetenekleri renklere duyarlılıkla da sınırlı değil! Aynı zamanda iki gözünü birbirinden bağımsız olarak hareket ettirebilmekte ve gözündeki üç görsel bölgeyi de eşzamanlı olarak kullanabilmektedir. Böylece insan da dahil olmak üzere birçok hayvan türünde görülen dürbünsel (binoküler) görüşü bir kademe öteye taşıyarak, üç-merkezli (trinoküler) görüşe sahip olabilmektedir.

Burada da bitmiyor. Mantis karideslerinin görebildiği ışık aralığı da insandan çok daha geniştir. İnsan için kızıl ötesi ve mor ötesi olan alandaki ışıkları bile çok rahatlıkla görebilmektedirler. Görselde, insan ile mantis karidesinin görme yetileri eğrilerle gösterilmektedir. Görüleceği gibi insan mavi ışığın 400 nanometrelik dalga boyundan, kırmızı ışığın 700 nanometrelik dalga boyuna kadar görebilmektedir. Mantis karidesleri ise 250-300 nanometreden başlayıp (ki burasını tanımlayabilecek renklere sahip değiliz, mor ötesi olarak tanımlamaktayız) 800-900 nanometreye kadar ulaşabilmektedirler (ki benzer şekilde biz burayı sadece kızılötesi olarak tanımlayabiliyoruz).

İnsanın "üstün tür" olma özelliğine son 200 yıldır indirilen sonsuz sayıda darbeden bir diğeri de, bu ufak deniz canlılarından gelmiş oluyor. Doğadan öğreneceğimiz bu kadar çok şey varken, halen kendimizi üstün tür olarak görmemiz ve diğer her şeyin bizim için var olduğuna inanmamız, beynimizin de kusursuz çalışmadığını net bir şekilde gösterir niteliktedir.

Sperm Balinası Patlaması

UYARI: Bu videoda patlayan iç organlar ve dokular gözükmektedir. Bazı izleyiciler için mide bulandırıcı ve rahatsız edici olabilir.

Canlılar öldükleri zaman, ziyafet başlar. Sadece leş yiyen hayvanlar ve mantarlar değil, çürükçül bakteriler de ölen canlıların iç organlarında hızla birikerek buradaki içeriği tüketir, sayılarını katlayarak arttırırlar. Bu sırada süregelen kimyasal tepkimeler sonucu açığa çıkan gazlar, eğer ki canlının vücudu parçalanmadıysa, vücut içerisinde hızla birikir. Çoğu zaman ufak yırtıklar ve çürümeye bağlı yarıklardan bu gaz yavaşça dışarı salınır ve bu videodakiler yaşanmaz. Ancak henüz böylesine çürümemiş, sperm balinası gibi devasa bir hayvanın, göz göre göre şişmiş karnının yarılması, videodaki gibi basınçlı bir patlamaya neden olacaktır.

Burada biriken üç temel gaz: metan, amonyak ve hidrojen sülfittir. Bunları az çok bilen birisi, bu karışımın berbat kokacağını hayal edebilir. Bilmeyenler içinse metan sindirimin yan ürünü, amonyak idrara ayırt edici kokusunu veren kimyasal, hidrojen sülfit ise çürük yumurtanın kokusudur. 



Güneş'in ters dönmesi

Hazır "Güneş'in ters dönmesi" konusu üzerine yine sağda solda prim peşinde koşma için yalanlarını medyaya ve internete salan "astrolog"lar çoğalmışken, biz de sahte bilimlerin şahı sayılabilecek astroloji ile ilgili yazımızı güncelleyelim istedik. :)

Girişi şu şekilde:

"Türkiye’de fal bakımının yaygın olması kadar astrolojinin kendisine de bir ilgi duyulmaktadır. Öyle ki bazı insanlar ciddi bir şekilde karşılarındaki kişileri burçlarına göre bile yorumlayabilmektedir, hatta olası eş arayışında burçları da göz önünde bulundurabilmektedirler. Buradaki yazının başlığına ‘Astroloji’nin Bilimsel Analizi’ gibi bir başlık kullanmak yerine direk ‘saçmalık’ kelimesini kullanmamız bazılarına göre ters bir kelime gibi görünebilir, ancak günümüzde astrolojinin doğruluğunu kanıtlayacak bilimsel araştırmalara rastlayamıyoruz. Astroloji bir bilim dalı değildir, üniversitelerde astronominin yanında okuyabileceğiniz ek bir bölüm değildir, ancak işin içinde para kazanmak varsa, maalesef astrologların astronomlardan daha fazla kazanç elde edebildiklerini görebiliriz. Burada astrolojinin neden ikna edici gibi göründüğünü, nasıl günümüze kadar geliştirildiğini ve neden hatalı olduğunu kısaca anlatacağız."

İş-Aile Dengesi ve Bu Dengeyi Etkileyen Faktörler

Bireyler günlük hayatta farklı sosyal roller içerisinde yer alırlar. Günlük rol gerekliliklerimiz bizim kim olduğumuzu, kişisel kaynaklarımızı ve zamanımızı nasıl kullandığımızı belirlemektedir. Super’e göre (1990) bir kişinin bütün rollerinin bir araya getirilmesi (örneğin çalışan rolü, aile kişiliği rolü) bu kişiyi iki yol ayırımına getirmektedir. Yani, bu roller kişiyi ya stres altına alarak negatif bir etki yaratmakta, ya da kişi hayatta rollerinden doyum alarak pozitif bir etki yaratmaktadır. Roller arasındaki dengesizlik, birey için başlıca bir stres kaynağı olabilmektedir.

İş ve aile rolleri psikoloji alanında sıklıkla çalışılmakta olan bir konudur. İş-aile dengesinin iki yönelimli boyutu söz konusudur: “iş-aile çatışması”, “iş-aile kolaylaştırması”. Voydanoff’a göre (2004), iş-aile çatışması ve iş-aile kolaylaştırması iş alanının ve aile alanının ayrı ayrı bilişsel bir şekilde değerlendirilmesinden oluşmaktadır. İş-aile çatışmasının ve iş-aile kolaylaştırmasının algısı taleplerin baskısından veya kaynakların performansı artırmasından beslenmektedir. Kısaca, çatışmayı minimize etmeye çalışmak ve kolaylaştırmayı maksimum düzeye çıkarmaya çalışmak, iş-aile dengesi dediğimiz kavramı ortaya çıkarmaktadır (Frone, 2003).


İş-Aile Çatışması

Bu çatışma, iş ve aile taleplerinin yarış içerisinde olduğu ve bizim her iki rolde de beklentileri karşılayamadığımız zamanlarda meydana gelir. Eğer zamanı birisine adarken diğerinin gerekliliklerini yerine getiremiyorsak, birisiyle meşgul durumda iken diğerinde yer alamıyorsak, ve son olarak bir rolün içerdiği spesifik davranışlar bizi diğer rolü yerine getirmekten alıkoyuyorsa, iş-aile çatışmasından söz etmek mümkündür. Bu çatışma sonucunda iş alanına ağırlık veriliyorsa, ailede yok olma, zayıf aile rolü performansı, aile tatminsizliği, sıkıntı yaşanması olasıdır. Eğer enerjinin büyük bölümü aile kısmına aktarılıyorsa, işte yokluk, zayıf iş performansı ve iş doyumsuzluğu yaşanmaktadır (Voydanoff, 2004).


İş- Aile Kolaylaştırması

Bireylerin yer aldığı bir rol, diğer rolü ilerletiyorsa ve diğer rollerde performans gösterme yeteneğini artırıyorsa, iş-aile kolaylaştırmasından bahsedilebilir. İşin aile rolünü ilerletmesi ele alınırsa denilebilir ki, kişinin işte deneyim edindiği olaylar, yetenekler ve kazandığı fırsatlar ev hayatını kolaylaştırmaktadır. Ailenin iş rolünü ilerletmesi ise, aile içerisindeki pozitif davranışların, başarmışlık hissinin, desteğin ve pozitif duygu durum ortamının kişinin iş hayatındaki performansını artırması anlamına gelebilir (Balmforth ve Gardner, 2006). İş-aile kolaylaştırması fiziksel olarak sağlıklı olmayla ve iyilik hali içinde bulunmayla, iyi evlilik gerçekleştirmekle ve aile-çocuk etkileşiminin sağlıklı olmasıyla, iş doyumunun yüksek olmasıyla, işe bağlılıkla ve üretken olmakla ilişkili bulunmuştur (Frone, 2003; Grzywacz ve Marks, 2000).


İş-aile çatışmaları ve iş-aile kolaylaştırmaları hakkında yapılan araştırmalar iki farklı yaklaşımı savunur. Bunlar; düzey yaklaşımları ve dönem yaklaşımlarıdır.

Düzey yaklaşımı şu ana kadar bahsetmiş olduğumuz iş hayatı doyumunu, aile hayatı doyumunu, duygu durumlarını ve bağlılık kavramını düzey olarak inceler. Bu yaklaşıma göre, iş ve aile hayatında bu düzeyler birlikte var olurlar ve süreklilik söz konusudur. Fakat, dönem yaklaşımına göre, iş ve aile hayatına verilen enerjiler, bu alanlardan gelen doyumlar zaman içinde değişebilir. Şöyle ki, bir dönem aile hayatına dikkat verilirken, diğer dönem dikkat aile hayatından iş hayatına doğru kayabilir (Maertz ve Boyar, 2011). Örneğin, eğer iş yerinde bir dönem çok yoğunsa, kişinin iş hayatının aile hayatını bu dönemde olumsuz anlamda etkilemesi olasıdır, ama bu süreklilik göstermez.

Toplumda değişen şartlar sebebiyle, çift kariyerli ve genç çocuklu ailelerin sayısı son onlu yıllarda artmaktadır. Bu aileler hem işle hem de aile talepleriyle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Günlük hayatlarınla başa çıkabilmek için birçok strateji kullanmak durumundadırlar. Voydanoff’a (2005) göre, çift kariyerli ailelerde iş-aile dengesini kurabilmek adına iki tane uyum sağlayıcı yol bulunmaktadır:

1) Kaynakları artırma (temizlikçi kiralama)

2) Beklentileri azaltma (çalışma saatlerini azaltma gibi).

Her iki alternatif strateji de iş-aile dengesini artırmaktadır.

Çift kariyerli evli çiftlerin iş-aile dengesini kurabilmesi için bir başka yol da karşı cinsin rollerini de benimseyebiliyor olmaktan geçmektedir. Örneğin, erkeksilik bir bireyin tipik erkeksi rollerle tanımlanması demekken, kadınsılık da bir bireyin tipik kadınsı rollerle tanımlanması demektir. Kadınsılık ve erkeksilik sosyal ortamlarda birbiri içerisine geçmiş durumdadır. Yani, aynı doğru üzerinde zıt taraflarda yer almak yerine bireyler hem kadınsılık hem de erkeksilik rollerini kendisinde barındırmaktadırlar. Her ikisini de göreceli olarak yüksek seviyede bulundurmak çift cinsiyetlilik olarak kabul edilmektedir (androgyny). Birçok araştırma göstermektedir ki, çift cinsiyetçilik uyum sağlama açısından bir değere sahiptir. Çift cinsiyete sahip olan kişiler, hem araçsal (erkeksi), hem de besleyici (kadınsı) rollerin ikisini de sergileyebilmektedirler ve bu kişiler diğer kişilere oranla iş-aile dengesini daha kolay kurabilmektedirler (King, 2006).

Kadın ve erkek için iş-aile dengesinin kurulması iş bölümündeki cinsiyet farklılıkları nedeniyle değişkenlik göstermektedir. Kadın ve erkeklerin iş-aile dengesini kurmadaki farklılıklarından bahsetmişken, değinilmesi gereken ama göz ardı edilmiş bir diğer konu da ebeveyn statüsüdür. Ebeveyn statüsü daha çok kadınları etkilemektedir. Örneğin, boylamsal bir çalışmanın sonuçlarına bakıldığında, çocuk sahibi olmayan kadınların çocuk sahibi olan kadınlara oranla mesleki anlamda daha kolay ilerledikleri görülmüştür. Tabi ki, iş-aile dengesinin kadın ve erkeklerdeki farklı durumlarını özetlerden yalnızca çocuk sahibi olup olmamakla açıklamaya çalışmak doğru değildir. Çocuğun bakımında ebeveynlerin rol paylaşımı da kadınların mesleki anlamda ilerlemesini yordayan bir önemli değişken olarak düşünülebilir (King, Botsford ve Huffman, 2009).

Kadın ve erkeklerin çocuğun bakımındaki iş bölümündeki değişimlerde önemli sayılabilecek bir etken de, ailedeki çocuğun erken çocukluk döneminde veya orta çocukluk döneminde olmasıyla da alakalıdır. Kadınlar bakım için erkeklerden daha fazla sorumluluk üstlenmektedirler. Çocuğun yaşının büyümesiyle birlikte iş bölümünde bir eşitlik söz konusu olmaya başlar, domestik sınırlarda ve ebeveyn zaman stresinde bir azalma meydana gelir. Buradan varılacak sonuç ise, çocuğun yaşının ilerlemesiyle, iş bölümlerinin farklılaştığının ve iş-aile dengesinin yeniden kadın ve erkekler için eşit zorluk içermeye başlamasıdır (King, Botsford ve Huffman, 2009). Bugün, bütün insanlar meşgul ve aceleci görünmektedirler. Çünkü, birçok evde, iki partner de genç bir çocuğa sahip olsa bile ücretli bir işte çalışmaktadır. Bu partnerler iş ve aile arasında denge kurabilmek adına sürekli bir çabalayış halindedirler.