29 Kasım 2013 Cuma

Semavi Dinlerin Sümerlerdeki Kökeni

“İSA’NIN TANRININ OĞLU OLMASI” SÜMERLERDEN GELME

İsa ile ilgili bu başlığı Muazzez İlmiye Çığ’ın kitabındaki yazılanlara bakarak kendi anlatımım ile kaleme alıyorum.

Sümerler de çok ilginç bir anlayış var. Sümer rahibelerinin çocuk doğurması yasaktı. Evlilik serbestti ama çocuk yapmamak şartıyla. Çünkü rahibelerden doğan çocuklar “Tanrının Çocuğu” olarak görülüyordu. Bu anlayış ve Kur'an’daki bir ayet İsa’nın neden “Tanrının Çocuğu” olarak görüldüğünü çok iyi şekilde anlamamıza yardımcı olmuş oluyor.

Âli İmrân Suresi, ayet 35-37:
"İmran'ın karısı şöyle demişti 'Rabbim karnımdakini azatlı bir kul olarak sana adadım. Adağımı kabul buyur. Rabbim onu kız doğurdum, ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu sana ısmarlıyorum' dedi. Rabbi onu hüsnükabul gösterdi ve güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı (teyzesinin kocasını) Rabbi onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya onun yanına, mabede her gelişinde orada bir rızk bulur 'bu sana nereden geliyor?' derdi. O da 'Allah tarafından' derdi."

Yukarıdaki ayete baktığımızda Meryem’in zamanında Mabetler olduğu anlaşılmaktır. (Tevrat ve İncil'de de mabetlerin bulunduğu yazılı.) Meryem ise mabet’e adanmış ve Mabette yetişmiş bir kızdı. Bir şekilde (bazı kitaplara göre de nişanlısı Yusuf’tan) hamile kaldığında çocuğunu gidip ücra bir yerde doğurmuş olmalı, çünkü çocuğunun “Tanrının Çocuğu” diye öldürülmesinden korkuyordu. Böylece İsa’ya büyüyene kadar “Tanrının oğlu” olduğuna inandırılması, "ben Tanrının oğluyum" diyerek ortaya çıkmasına ve böylece öldürülmesine sebebiyet vermiş olmalı.

Muazzez İlmiye Çığ kitabında konunun sonunda şunları belirtiyor:
“Mezopotmaya'da eski çağlardan başlayarak Yeni Babil devrine kadar adak olarak veya kıtlıktan korumak üzere çocuklar mabede verilirdi. Meryem hikâyesinde bu geleneğin sürdüğü anlaşılıyor. (L.O. Oppenheim, Ancient Mesopotamia, Chicago, 1964, s. 107.)”


“KUTSAL GÜN İNANCI”DA SÜMERLERDEN GELME

Direkt Muazzez İlmiye Çığ’dan alıntı yapıyorum:

“Sümerlilerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7.gün dinlenme var. Bu Yahudilere sabbat olarak geçmiş. On emirde “Sabbat’ı düşün, onu kutsal gün olarak gör!” deniyor. 6 gün çalışıp yedinci gün Tanrıya adanmış bir dinlenme günü oluyor. Yahudilere ve Kur´an’a göre Tanrı 6 günde dünyayı yaratıp yedinci gün dinlemiş. Bu günün cumartesi olması da Babillilerden geçmiş. Babilliler her ayın 7. gününde (Şapatu) bir kutlama yaparlardı. Bu üzgünlüğü ve nefis terbiyesini ifade eden ve Satürn gezegenine adanmış bir gündü, (Satürday, Satürn gezegeninden gelen bir gün adı, yani cumartesi). Satürn kötü güçlerin temsilcisi idi. Yahudiler bu günün anlamını değiştirerek onu neşeli bir hale koymuşlardır. Onlar cumartesi gününü Tanrıya dua ederek, kitaplar okuyarak çeşitli eğlencelerle geçirirler ve en ufak bir işe el sürmezler. İslamiyet’e bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır”


“ÖRTÜNME VE BAŞ ÖRTÜSÜ”DE SÜMERDEN GELME

Muazzez İlmiye çığ bu konuda diyor ki:

Sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi yapıyorlardı. Bunlar Tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür.(24) Daha sonraları, İÖ 1500 yıllarında bir Asur Kralı, yaptığı bir kanunun kırkıncı maddesi ile evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak; örtünürlerse ceza var. (Prof. Mebrure Tosun-Doç. Dr. Kadriye Yalçav, Sümer, Babil, Asur Kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975, s.252, madde 40.) Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.Bu gelenek Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hıristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İlginç olanı Tevrat'ın son yazıldığı zamana kadar Yahudiler arasında Tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye 23: 18'de "İsrailoğullanndan ve kızlarından kendilerini fuhşa vakfetmiş kimseler olmayacaktır. Kadınlar! Fuhşun ücretini herhangi bir adak için Allah'ın Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Allah'ın Rabbe mekruhtur" şeklinde yazılıyor. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış. (Tevrat, Tekvin 38:15.)(25) Bunun Araplarda da olduğunu duydum; ama yazılı bir kanıt bulamadım. İslam'a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş. Buna karşın erkeksiz bir yerde Kur'an okunurken veya dua ederken kadınların başını örtmesi, Sümer geleneğinin bir devamıdır.

(24) Hartmut Schmökel, Kulturgeschichte des Altenorient, Stuttgart, 1961, s.37.
(25) Tekvin 38: 5-26'da bulunan hikâye bunu açıklıyor. Buna göre, Yahuda'nın oğlu ölüyor. Geleneğe göre gelinini ikinci oğluna veriyor. O da ölünce adam üçüncü oğluna almıyor gelinini. Buna kızan gelin dulluk elbisesini çıkarıyor. Yüzüne peçe takıp kendisini fahişe gibi yaparak kaynatası ile yatıyor. Karşılığında kadın adamın mührünü, kuşağını ve değneğini istiyor. Kadın gebe kalıyor; bunlarla, çocuğun kaynatasından olduğunu kanıtlıyor.

Kur'an'da Örtünmeyle İlgili Ayetler

A'râf Suresi, ayet 26-27:
"Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Tekva (iman) elbisesi ise daha hayırlıdır. Ey Ademoğulları! Her mescide gidişinizde ziynetli elbiseler giyinin. Yiyin için, fakat israf etmeyin."

Nur Suresi, ayet 31:
"Mümin kadınlara söyle: Gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ellerinin altında bulunan, erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar."


HAVVA’NIN KABURGADAN YARATILMASI”DA SÜMERDEN GELME

Muazzez İlmiye Çığ bu konuda şunları söylüyor:

Sumer'de, Dilmun adında, saf, temiz, parlak Tanrıların yaşadığı bir ülke var. Hastalık ve ölüm bilinmeyen yaşam ülkesi. Fakat orada su yok. Su Tanrısı, Güneş Tanrısına yerden su çıkararak orasını tatlı su ile doldurmasını söylüyor. Güneş Tanrısı söyleneni yapıyor. Böylece Dilmun meyve bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile Tanrıların bahçesi haline geliyor. Bu cennet bahçesinde Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bu ağaçlar meyvelenince Bilgelik Tanrısı Enki her birinden tadıyor. Buna Yer Tanrıçası çok kızıyor, Tanrıyı ölümle lanetleyerek ortadan yok oluyor. Bilgelik Tanrısı çok ağır hastalanıyor. Diğer Tanrılar büyük güçlüklerle Yer Tanrıçasını bularak Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için yalvarıyorlar. Tanrıça, Tanrının 8 bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer Tanrı yaratıyor. İlginç olan, yaratılan Tanrılardan beşi Tanrıça (bu doktorlukta ilk uzmanlaşmayı da göstermesi bakımından önemli). Hasta olan organlardan biri kaburga. Onu iyi eden Tanrıçanın adı, "kaburganın hanımı
anlamına gelen Ninti dir. Bu kelimede Nin hanım, ti kaburgadır. Ti'nin bir anlamı da hayat'tır.

Eğer ikinci anlamıyla tercüme edersek Tanrıçanın adı "hayatın hanımı" olur (31)

Bu hikâye Tevrat'ta da var: (Tekvin 2:5-23.)

"Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu ve bir kır otu henüz bitmemişti; çünkü Rab Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işlemek için adamı yoktu ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağı suladı. Ve Rab Allah yerin toprağından Adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu. Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti ve Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah, görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasına da hayat ağacını, iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölünerek dört kol oldu: (Bunlardan ikisi Dicle ve Fırat-M.İ.Ç.) Ve Rab Allah baksın ve onu korusun diye Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah Adam'a, 'bahçenin her ağacından ye, fakat iyilik, kötülük bilme ağacından yemeyeceksin, yersen ölürsün' dedi. Ve Rab Adam'ı yalnız bırakmamak için bütün hayvanları topraktan yaptı ve onlara ad koymak için Adam'ı getirdi. Fakat Adam yalnız idi. Rab Adam'a derin bir uyku
verdi, onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ondan bir kadın yaptı ve onu adama getirdi ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna nisa denilecek."

Bundan sonra yılanın kadını kandırarak yasak meyveyi yedirdiği ve bahçede olan Allah ile konuşmaları geliyor. Allah yılanı lanetliyor. Allah, Adem (burada Adam yerine Adem deniyor)(32) ve karısına giymeleri için kaftan yapıyor. Kadını ağrılı çok çocuk yapması ve Adem'i de toprakla uğraşması ile cezalandırarak onları Aden bahçesinden kovuyor. Buraya kadar nedense karısının adı verilmemiş. Ancak dördüncü babın başında, karısının adının Havva olduğu ve Habil, Kain'i doğurduğu yazılı.

Görüldüğü gibi Tevrat'ta (bap 1:27) yaratılışın altıncı ve son gününde Allah insanı erkek ve dişi yaratmış olduğu halde, Adam'ı tekrar yerin toprağından, eşini de onun kaburgasından yaratıyor. Buna göre bap 2: 4-23'te anlatılanlar, Sumer hikâyesinden alınmadır.


Evet. Buradan sonra vereceğim benzerlikler ayrı ayrı başlıklar halinde değil, tek başlık altında olacaklar. Sebebi kısa olmalarından dolayı. Fakat kısa olduklarına bakmayın, oldukça çarpıcılar.


KISA KISA DİĞER ÇARPICI BENZERLİKLER

Bu başlık altında kendimden hiçbirşey eklemiyorum. Direk Muazzez Hanımın kitabından alıntı yapacağım.

Sinagoglar, Kiliseler ve Camiler: Sümer´de kralların nasıl sarayları varsa tanrıların da öyle evleri olmalıydı. Bunun için “Tanrı evi” adı altında görkemli tapınaklar, yanlarında Tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen basamaklı kuleler yapılmıştı. Daha sonra bu Tanrı evleri sinagoglara, kiliseler, camilere dönüştü.(3) Camilerin ve mineralerin üstündeki yarım ay, Sümer Ay Tanrısının sembolüdür.(4)

(3) Sümer´deki “Tanrı evi” deyimi, Kur’an´da “Allah mescitleri” (Tevde Suresi, ayet 17, 18) şeklinde bulunmaktadır. Sümer´de mabet ve saray anlamına gelen “e.gal” kelimesi Tevrat´da “hegal” olmuştur.
(4) Sümer dininde Ay kültünün önemli bir yeri vardır. Ayın ilk göründüğü gün, 15 günlük olduğu ve görünmediği günlerde törenler yapılır, hatta bazı yiyecekler yenilmezdi. İslamiyet’te de oruç ve bayramlar Ayın görüşüne göre düzenlenmiştir.

Musanın Tanrı’dan Kanunu Alışı: Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi´nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan Musa´nın ve Yahudi kanunu, ondan da İslam kanunu etkilenmiştir. Hammurabi´nin (İÖ 1750) Güneş Tanrısından kanunu alışı, Musa´nın Tanrıdan kanunu alışına örnek olmuştur. İlginç olanı İslam´da hukukun, anca Arapların Irak topraklarını ele geçirdikten sonra kurallaşmasıdır. Sümer, Babil hukuksal geleneklerinden çıkan sözler, İbrani kanuni Telmud´da bulunuyor. Ortodoks Yahudi´deki boşanma terimi Sümerce bir kelime. Sinagogda Tevrat okunurken dinleyenler şallarının saçakları ile onu izlerler. Bu, Sümer´de hukuksal bir belgenin onaylandığını göstermek için tablete elbise kenarlarıyla basılmasını yansıtmaktadır. (Samuel Noah Kramer, Cradle of Civilization, New York, 1967, s.160)

Tanrının 99 ismi: Sümer Tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50’sini yeni yarattıkları tanrı Marduk’a vererek tek Tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardı.
İslam dininde de Allah´a verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünüyor.

Yer altı Dünyası ve Gölgelerin Yer altı Dünyasından Çıkması: Sümerlilere göre ölüler “kur” adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yer altı dünyasına gidiyorlar. Tevrat’ta bu; Şeol, Yunan’da Hades, İncil’de cehennem, İslam’da ahret olarak devam etmektedir. Sümerlilere göre burada tekrar dirilme yok. Fakat yer altı dünyası; oranın Tanrıları, rahipleri, ölenlerin gölgeleriyle oldukça hareketli bir yer. Buradan bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne çıkabiliyorlar. Gılgamış´ın çağrısı üzerine arkadaşı Enkidu’nun gölgesi çıkarak iki arkadaş konuşuyorlar. Tevrat Samuel I:28’de Kral Saul’un istediği üzerine Samuel’in gölgesi yeraltından çıkıyor.

Cariyenin Hanımına Tavrı: Sümer kanuna göre kısır bir kadının kocasına verdiği cariyesi çocuk doğurunca, hanımına karşı büyüklük taslayamaz, öyle yapmaya kalkarsa cezalandırılır. Tevrat ve Kur´an’da da yazıldığına göre İbrahim Peygamber’in kısır olan karısı Sara, cariyesi Hacer’i çocuk yapmak üzere kocasına veriyor. Cariye, çocuk doğurup kendisini üstün görmeye başlayınca, oğlu İsmail ile çöle götürülüp atılıyor kocası tarafından.(5)

(5) C.L Woolley, The Sumerians, New York, 1965, s.102; Hammurabi 146; Tevrat Tekvin bap 21: 8-21; Kur´an’da çeşitli sureler içinde.

Üstün Kavim: Sümerliler, kendilerinin, Tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk olduğunu yazmışlar. Tevrat’ta Yahve, Kur´an’da Allah, İsrailoğullarını üstün bir kavim yapmıştı. Tevrat Tesniye 14:6; Kur´an Casiye Suresi, ayet 16; Bakara Suresi, ayet 27.

Kadınların Erkekler İçin Bir Tarla Gibi Olması Benzetmesi: Sümerliler kadınlarını bir tarlaya benzetmişler. Aynı deyim hem Tevrat, hem Kur´an’da var. Kur´an’da “kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl isterseniz dilerseniz öyle varın” yazılı. (Bakara Suresi, ayet 223).

Sırat Köprüsü ve Cehennem: Yahudilere, Babil tutsaklığından sonra, Perslerin etkisiyle, Zerdüşt dininden; ölülerin tekrar dirileceği, cennet, cehennem ve Sırat köprüsü girmiştir. (Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1966, s.361) Kur´an’da Sırat köprüsü yok.

İslam’a göre cennetin 7 kapısı vardır; Sümer yer altı dünyasının da 7 kapısı bulunuyor.

Tanrı’nın Gökte Yer Alması: Sümer tanrılarının gökte toplandıkları “duku” adında bir yerleri var. İslam inanışına göre de Allah yedi kat göğün üstünde Arş´ta oturuyor. (Hûd Suresi, ayet 7; Furkan Suresi, ayet 59; Secde Suresi, ayet 4.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder